26 Ekim 2013 Cumartesi

Eyvallah ustam, sen de olmasan!

     Henüz sonbahara geçememiş, kararsız, yaz artığı bir gece.

     İş çıkışı soluğu çorbacıda alıyorum.  Bu ne kalabalık! Aileler bir köşede kümelenmiş, bekarlar bir başka köşede.

     Kendime mutfağa yakın, dip köşe bir yer bulup hemen oturuyorum. 

     Bir saniye içinde yaklaşıyor sipariş canavarı. Sipariş canavarı diyorum çünkü ağzını açtığın anda, daha sesin çıkmadan siparişi kapıyor ağzından!

     A diyemeden bağırıyor mutfağa: "Atom veriyosun abimeeee! Fındığa acımaaa!"

     Ben atomu beklerken sipariş canavarı da boş durmuyor ve diğer masaların siparişlerini geçiyor 'içeriye':

     Ustaaa! İki paçaaa, biri bol taneli olacaaak!

     Ustaaa! Bi' ciğer, sıccaaaak serviiiis!

     Ustaaa, ver bi' sarııı!

     Ustaaa! Çek abime bi' kırmızııı!

     Ustam ver abime bi' pilav üstü az kes!

     Sarı dediği mercimek, kırmızı dediği ezogelin, 'az kes' ise pilavın üstüne serpiştirilecek az döneri ifade ediyor.

     Her mesleğin kendine ait iletişim ifadeleri var ama 'esnaf lokantası jargonu' başka!

     Atom geliyor. Yorgunum ya, canım istemeye istemeye kaşığa davranıyorum. Acelem yok ya, sakin sakin fındık tepesini kaşıklıyorum. Usta cidden fındığı esirgememiş! Fındık tepesini dağıtıyor, sütlaç kısmına iniyorum. Sütlaç karışık. Kemalpaşa saklanmış bir köşede, diğer köşede bir kaşıklık kaymak. Ayrı ayrı değil, karıştırarak yiyorum. Kemalpaşa, kaymak, sütlaç, fındığın kalan kısmı... Dedemin sözünü dinliyorum: "Uğraşma uşağum, midede karişacak nasi olsa!"
     
     Son kaşığı da ağzıma götürmemi bekliyor sipariş canavarı:

     "Oğlum, ver abine bi' yakışıklı çay! Abin şekersiz içiyor!"

     Eyvallah ustam, sen de olmasan!




0 yorum:

Yorum Gönder